Toplumsal Dinamik

Arşivler


Kategoriler


Meta


Çağımızdaki Çelişki: Şiddet

Yrd. Doç. Dr. Aydın YakaYrd. Doç. Dr. Aydın Yaka

Sosyal bilimciler 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren toplumların genel olarak Bilgi Toplumu aşamasına adım attığını, bu aşamada da insan ilişkilerinde İletişim Devrimi’nden dolayı “çatışma kültürü” yerine “uzlaşma kültürü”nün egemen olacağını belirtmektedirler. Dolayısıyla artık bu dönemde bireysel ve toplumsal ilişkilerde diyalog, müzakere, hoşgörü, empati gibi sosyal becerilerin geçerli olacağı vurgulanmaktadır. Gerek günlük gerekse her türlü ekonomik, siyasal ve sosyal ilişkilerde “kazan-kazan” formülünün uygulanacağı öngörülmektedir. Bir toplum içinde ve evrensel düzeyde çok kültürlülüğün öne çıkacağı söylenmektedir. Böylece dünyanın soğuk savaş ortamındaki katı ideolojik ve siyasal gerginliklerden, çatışmalardan da kurtulacağı hesaplanmaktadır. Bu tür gelişmelerin olduğunu gösteren birçok sosyal olguya da rastlanmakta ve gerçekten insanları bir bakıma iyimser kılan süreçler de yaşanmaktadır.

Öte yandan bu gelişmelerin yanında, günümüzde sosyal ve siyasal bir sorun biçiminde ifade edilebilen yaygın bir şiddet ve terör eylemleri giderek artmakta, yoğunlaşmaktadır. Şiddet ve terör belirli siyasal ve sosyal amaçları gerçekleştirmede yerel ve evrensel düzeyde önemli bir araç olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle birçok devlet, uluslar arası örgütler, kuruluşlar şiddet ve teröre karşı dünya ölçüsünde çeşitli kurumlar kanalıyla önlem almanın gerekliliğini savunmaktadırlar. Bu amaçla birçok ortak projeler, programlar oluşturulmakta ve anlaşmalar yapılmakta, bunlar uygulamaya konulmaktadır.

İletişim Devrimi, küreselleşme süreçleri ile birlikte her türlü sosyal etkileşimin dünyada eskiye oranla çok artması şiddeti azaltmaya yetmemiştir. Bugün şiddet aile ve okul yaşamından başlayarak siyasete, spora kadar sosyal yaşamın tüm alanlarını kaplamış durumdadır. Popüler kültür içinde çok şiddet öğesi yer almaktadır. Şiddetteki bu yaygınlığa karşılık herkes de bu olgudan şikâyetçidir. Bu nedenlerle çağımız için yapılan birçok tanıma bir de “şiddet çağı” dense yeridir. Tabii saldırganlık, şiddet ve terör çok nedenli ve o ölçüde de çok karmaşık olaylardır. Bunlar basit ve sade olaylar değillerdir. Ortadan kaldırılmaları da oldukça güçtür. Ama bunların bazıları var ki, doğrudan doğruya insan iradesine, yaşam tercihlerine bağlıdır ve bunlar da sosyal, kültürel ve eğitsel önlemlerle ortadan kaldırılabilirler. Bizim burada üzerinde durduklarımız bu gruba giren türden olanlardır.

Burada gündeme getirdiğimiz çelişki nerededir veya nereden kaynaklanmaktadır? Çelişki şuradadır: Bir yanda çok şikâyet edilen şiddet ve terör olayları; bir yanda da şiddeti olabildiğince körükleyen yazılı ve görsel yayınlar, araçlar. Bir tarafta başta kalp ve damar hastalıkları olmak üzere yaygın psikosomatik hastalıklar ve bunlara bağlı çok yüksek ölüm oranları, diğer tarafta gene yaygın şiddet ve gerilim, korku filmleri. İnsanlar hem stresten şikâyet ediyorlar hem de sürekli adrenalin peşinde koşuyor, gerilimli ortamlar, etkinlikler yaratıyorlar. Dünyada nasıl hem yoğun bir açlık hem de bir kısım insanların, toplumların aşırı beslenme, obezite, problemlerinin olduğu gibi bir şey. Bir bakıma uyuşturucu kullanma neredeyse kolaylaştırılıyor, konu ile ilgili yasalar gevşetiliyor, ama öbür yandan da uyuşturucunun yol açtığı sağlık sorunlarıyla ve psikososyal sonuçlarla kıyasıya savaşılıyor.

Şimdi olaya daha yakından ve somut olgular çerçevesinde bakalım. Örneğin ne yazık ki, çoğu ülkede şiddete dayalı bir sinema TV kültürü yaratılmaktadır. Basın-yayın dünyasında şiddeti ve gerilimi destekleyen birçok araçlar, malzemeler, mekanizmalar geliştirilmiştir. Bunlar kitle iletişim araçları olduğu için umulandan daha hızlı yayılma ve etkiye sahiptirler. Örneğin televizyon hem göze hem de kulağa etki yapabildiği ve çok uzaklarda da olsa, her olayın anında ve olduğu gibi izlenebilmesini sağladığı için en etkili kitle iletişim aracı haline gelmiştir. Buna insan zihnini zorlayan mucizevî bir araç olarak interneti de eklediğiniz zaman ortaya çıkan tablo çok daha ürkütücü olmaktadır. Televizyonlarda izlenen dizi filmlerinin büyük bir bölümü polisiye diziler oluşturmakta ve sürekli cinayet çözümlemeleri yapılmaktadır. Bazı kurallar getirilmiş olsa da televizyonun olumsuz etkilerinden çocukların korunması mümkün olmamakta, olumlu olumsuz her şeyi çocuklar da görmekte, işitmekte ve böylece etkilenmektedirler. Televizyon eğlence aracı olduğu kadar bir eğitim ve öğretim aracıdır. Çok fonksiyonlu bir okul niteliği taşımaktadır. Dolayısıyla TV programlarında pedagojik endişe ön planda tutulmalıdır. Televizyon, çocuk ve gençleri ana baba, öğretmen gibi eğiticilerden çok daha fazla yönlendirme ve çeşitli değerler kazandırma gücüne sahiptir.

Örneğin Amerika’da çocukların 24 saatlerinin çoğu, programlarının büyük bölümü reklâm şirketlerince yapılan TV filmlerini izlemekle geçirilmekte, bu nedenle çocuk eğitimi açısından çözümü güç psikososyal sorunlar doğmaktadır. Çünkü bunun nedeni, Amerika’da çocukların beş yaşın altından başlayarak ortaöğretimleri bitinceye kadar ortalama 15.000 saat televizyon izlemeleri, bu suretle 350.000 reklâm programına hedef olmaları ve bu arada 18.000 cinayet gözlemeleridir. Bu konuda bilim insanları tarafından yapılmış olan 3.000 dolayında çalışma televizyonun bu konularla ilgili olarak çocuk eğitiminde olumsuz etkiler yaptığını kanıtlamaktadır. Örneğin çocuklar pasifleşmekte, hareketsizlik onların kilo almalarına yol açmakta, sürekli korku ve endişe içinde bırakıldıklarından hastalıklı davranışlar gelişmekte, bazılarında gerçek şiddet olaylarına karşı ilgisizlik, bazılarında da saldırgan bir kişilik oluşmaktadır. Gene 100 çocuk üzerinde yapılan bir araştırma, bu çocuklardan 22’sinin televizyondan izledikleri olayları taklit etmeleri nedeniyle suç işlediklerini ve hüküm giydiklerini göstermiştir. Bütün bunların sonunda duyguları oldukça törpülenmiş, şiddete duyarsız kalan kuşaklar yetiştirilmektedir.

Artık dünyadaki ülkelerin büyük bölümünde aynı tür yayınlar yapan televizyonlarda her gün çeşitli dizi ve programlarda vahşi, tüyler ürpertici korku filmlerinde insanı insanlığından utandıracak, dehşet dolu sahneler, cinayetler, tecavüz olayları sergilenmektedir. Çocuklara yönelik çizgi filmlerinin çoğunda hep “güç”, “güçlü olmak”, “güç kullanımı” filmin ana teması olarak ele alınmakta, bu nitelik ve beceri yaşamda en önemli değer olarak takdim edilmektedir. Hâlbuki böylesine bir güç ve güç kullanımı sosyal ilişkiler açısından daima bir bozulma, istismar, şiddet ve dengesiz bir psikososyal yapılanma meydana getirir. İnsandaki egemen olma ve güç kullanma duygularını aşırı derecede tahrik eder, harekete geçirirseniz, sonuçta hak, adalet, eşitlik ve özgürlük gibi insani değerleri hiç önemsemeyen, bunlarla âdeta alay eden bencil ve şiddet yanlısı kuşaklar yetiştirmiş olursunuz. Dünyada çok yaygın olarak görülen katliamlar, terör olayları, seri cinayetler, soygunlar, ölçüsüz, orantısız kuvvet kullanımları yukarıda bahsettiğimiz uygulamaların sonuçlarının alındığını göstermiyor mu? Televizyonlarda özellikle çocuklara iyilikleri, güzellikleri, doğrulukları göstermek varken, niye çirkinlikler, kötülükler, kabalıklar, ölçüsüz davranışlar gösteriliyor? Burada nasıl bir mantık ve gereklilik görülmektedir? İnsanlardaki hak ve adalet duygusunun kaybolması her türlü şiddetin, vahşilik ve acımasızlığın egemen kılınması demektir. Bu çok tehlikeli bir durumdur. Eğitimde amaç olarak çocukları iyiye, doğruya, güzele yöneltmek istemiyor muyuz? Peki, bu ortamda bu amaç nasıl gerçekleşecek? Eğitimde bunu yapalım derken, öte yandan korkuya, şiddete, haksızlığa davetiye çıkarıyoruz. Kapitalist sistemin, piyasa ekonomisinin mantığı gereği aşırı tüketim ve talep yaratma politikası, televizyonların reyting kaygıları her insani değeri alt etmektedir

İnsanlık bu çağda hem evrensel barışı tesis etmeye çalışmakta, hem de yarattığı uygarlığın araçları ile açgözlülüğü, sonu gelmez haz ve ihtirasları, şiddeti olabildiğince körüklemektedir. Bu ikisi nasıl bağdaştırılacaktır? Psikologlarca insanlarda doğuştan gelen bir saldırganlık içgüdüsünün varlığı kabul edilmektedir. Fakat bu kör güdüleri sosyalleştirmek, yararlı alanlara yöneltmek varken, gereksiz yere tahrik edip ayaklandırmanın bir anlamı var mıdır? Çağdaş insan zaten çok hareketli ve çelişkili olan kent ortamında gereği kadar gerilim yaşamaktadır. Bu gerilimlerin üzerine tekrar bir gerilim baharatı ekmenin faydası nedir?

Tabii burada tek suçlu televizyonlar, diğer yayın organları, kuruluşları değildir. Yöneticilerin, iktisatçıların, eğitimcilerin, bilim insanlarının kendi paylarına düşen önemli günahları vardır. Yeryüzünde hiç olmazsa göreceli bir barış ve huzuru hâkim kılmak da, insanlığın bir şiddet, kavga ve boğuşma ortamında debelenip durması da bu günkü yetişkin ve yönetici olan kuşakların elindedir.

Yorumlar 0
Şu anda yorum yok. İlk yorumu yapan sen ol.