Batı Uygarlığı
Siyasal alanda ve sosyal bilimler literatüründe Batı denilince Amerika’yı da içine alacak biçimde olmak üzere Batı uygarlığı yani Avrupa uygarlığı akla gelir. Bu özü itibariyle bir Hıristiyan uygarlığıdır. Zaten birçok uygarlık tarihçisi de geçmişte görülen uygarlıkları tanımlar ve açıklarken dini referans olarak ele almaktadırlar. Çünkü din uygarlıkların en önemli manevi unsurunu teşkil etmektedir. Bugün Kuzey Amerika bu uygarlığın daha genç, dinamik, yaratıcı bölümünü, Avrupa kıtası ise yaşlanmış, yorgun ve nispeten yaratıcılığı azalmış mekânını oluşturmaktadır. Uygarlıkların tarihiyle ilgili kitap ve diğer metinlerde çok zengin bir “Doğu-Batı” literatürü de bulunmaktadır. Burada Batı ifadesiyle Batı uygarlığı, Doğu ifadesiyle de daha çok Doğu İslam uygarlığı kastedilmektedir.
Hint ve diğer Asya uygarlıkları ile Ortadoğu İslam uygarlığı arasında bazı benzeşen noktalar olsa da, bu uygarlıkların dayandığı inanç temelleri ve diğer birçok unsurlarda önemli farklılıklar vardır. Bu sebeple biz buradaki açıklamalarımızda esas itibariyle Doğu deyince daha çok Doğu İslam uygarlığını ifade etmiş olacağız.
Batı uygarlığı yaklaşık 15. ve 16. yüzyıllardan itibaren önemli gelişmeler sağlamış ve o dönemde hâlen canlılığını sürdüren diğer uygarlıkları geride bırakarak öne geçmiş ve zamanla ilerlemesini hızlandırarak sonraki yüzyıllarda dünyada kesin olarak üstünlük sağlamış ve başarı kazanmıştır. Günümüzde Batı uygarlığının bu üstünlüğü devam etmektedir. Gene uygarlık tarihçilerinden öğrendiğimize göre uygarlıklar birbirlerinden etkilenmekte, onlardan yararlanmakta, zamanla gelişip dönüşmekte yeni bir bölgede yeni bir formatla başka bir isim altında ortaya çıkmaktadırlar. Ama sonuç olarak her uygarlığın insanlık tarihine kattığı orijinal, yani kendine özgü olan dolayısıyla onu değerlerinden ayıran maddi ve manevi olmak üzere karakteristik unsurları bulunmaktadır. Batı uygarlığı özellikle eski Yunan ve Roma uygarlıklarının üzerine oturmuştur. Ancak yukarıda belirttiğimiz gibi bu uygarlıkları Doğu uygarlıkları (Asya ve Ortadoğu’daki uygarlıklar) beslemiş, onların büyüyüp gelişmesine ve dönüşmesine hizmet etmiştir. Bu nedenlerle, Cemil Meriç’in ifadesi ile çağdaş evrensel uygarlığı parlatan “Işık Doğu’dan gelmiştir.”
Siegfried’e göre Batı uygarlığı üç temel unsura dayanmaktadır: 1. Eski Yunan’dan gelme bir bilgi ve düşünce anlayışı; 2. Gene Yunanlılarla birlikte ve daha çok İncil’den kaynaklanan bireyci bir görüş; 3. 18. yüzyılda somut meyvelerini vermeye başlayan bilimsel ve teknolojik yenilikler dolayısıyla Sanayi Devrimi’dir. 17. yüzyıldan itibaren oluşan bu yeni bilimsel yöntem anlayışı ve buna göre şekillenen teknolojik ve ekonomik devrimler o günden bugüne Avrupalıyı yeryüzünün şüphe götürmez hâkimi kılmıştır. Ayrıca bireyin insanlık haysiyeti açısından, temel hak ve özgürlüklere sahip olması ve bunların yasalarla teminat altına alınması görüşü ve ilgili diğer uygulamalar Batı’ya gene eski Yunan’dan ve Roma’dan gelme hukuki ve siyasi ilkeler ve geleneklerdir.
Batı, felsefe, bilim ve teknoloji temelindeki bu yenilik ve başarılarını kısa süre içinde ekonomiye, ardından dış politikaya aktarmış ve sonuçta kendisine nazaran geri kalmış durumda olan dünyanın diğer ülkelerini her anlamda etkileme ve sömürme imkânına kavuşmuştur. Çünkü art arda gelen sanayi hamleleri için ham maddeler ve üretim sonrası da imal edilen ürünleri satın alacak geniş pazarlar gerekliydi. Bu şartlar çerçevesinde artık yeryüzünde daha önce o ölçüde örneği görülmemiş bir “sömürgecilik” olgusu ortaya çıkmıştır. Ayrıca Batı söz konusu ülkeleri sadece ekonomik açıdan sömürmekle kalmamış, onları siyasal ve idari bakımdan egemenliği altına alarak bu ülkeleri, Batı’yı izlemek zorunda kalan birer vagon hâline getirmiştir. Ne yazık ki meydana gelen düzey farklılığından dolayı, Batı ile diğer tüm ülkeler arasında özellikle ekonomik ve siyasal (zamanla kültürel alanda da) bir bağımlılık ilişkisi oluşmuştur.
Batı’nın İki Yüzü
Yukarıdaki tespitlere dayalı olarak Batı’nın iki yüzünden bahsedebiliriz: Bunlardan birincisi, Batı’nın felsefe, bilim, teknoloji ve ekonomi (üretim) alanlarında oldukça göz dolduran, ayrıca toplumsal bakımdan bir dizi demokratik aşamaları gerçekleştiren yüzü ve boyutudur. Batı aynı zamanda rasyonel ve analitik düşünceyi temel alan, bilimin rehberliğine inanan oldukça dünyevi bir zihniyet de üretmiştir. Dolayısıyla bu yeni uygarlık sentezi gerçekten insanoğlunun yeryüzünün tarihi bakımından çok önemli bir katkıyı ifade etmektedir. Batı bu boyutlarıyla her alanda ve evrensel düzeyde yeni düşünceleri, kavram ve kurumları gündeme getirmiş, özellikle teknolojik bakımdan sonsuz denilebilecek bir gelişme, ilerleme ve keşif imkânı yaratmıştır. Bu nedenlerle Yakınçağ, uygarlık tarihi açısından bir keşifler, icatlar dönemi hâline gelmiştir. Bu, Batı’nın pozitif yönü ve aydınlık yüzüdür. Böylece Batı, yarattığı bilim ve teknoloji ile âdeta doğanın zaptına çıkmış ve maddi dünyada insanların lehine, faydasına olacak büyük değişiklikler ve çok güçlü araçlar, yöntemler meydana getirmiştir. Bu yeni uygarlık maddi bakımdan insanın yaşamını, eskiyle kıyaslanamayacak ölçüde kolaylaştırmış, doğa karşısındaki insanı çok güçlendirmiştir. Üretilen bu mükemmel araçlar sayesinde Batı uzaya da yönelmiş, böylece insanoğlunun önünde oldukça geniş bir gelişme ufku açılmıştır.
Batı’nın ikinci yüzü ise, belirttiğimiz bu süreç içinde dünyanın diğer ülke ve kıtalarını çok acımasız bir biçimde sömüren, soyan ve oralarda yaşayan insanlara, toplumlara çeşitli acılar yaşatan, o ülkeleri bölen, onları birbirine düşüren negatif yüzüdür. Batı uygarlığının Batı dışı coğrafyalara, milletlere çıkardığı fatura çok ağır olmuştur. Avrupa söz konusu ettiğimiz ülkelerdeki yeraltı kaynaklarını, insan ve ekonomik değeri olan tüm maddi varlıkları sömürmenin yanında bu ülkelerin iç dinamiklerine dayalı normal diyalektik gelişme-ilerleme akışlarını ve toplumsal yapılarını da bozarak, bunları, kendi sosyolojilerine, tarihsel kökenlerine yabancılaştırarak, bir daha bellerini doğrultamayacakları bir sosyoekonomik ve kültürel mecraya sürüklemiştir. Batı mazlum duruma düşürülen toplumları asimile etmek için çok radikal, bilinçli ve kapsamlı asimilasyon politikaları uygulamıştır. Bu ülkelerdeki sosyolojik evrim süreci rayından çıktığından ve bu trenin tekrar rayına oturtulması da genellikle dünyanın egemenlerince engellendiğinden dolayı, yaşadığımız zaman diliminde, belirttiğimiz bu devrim ve gelişmelerin dışında kalmış ülkeler çağdaş uygarlığa yetişebilmek için ormanda yolunu kaybetmiş kişiler gibi debelenip durmaktadırlar.
Avrupa ve onun uzantısı olan Amerika (ABD) yakaladığı teknolojik ve ekonomik üstünlüğü siyasal ve askeri alanlara da yansıtarak, Sanayi Devrimi’nin yol açtığı diğer ekonomik ve sosyal süreçlerin dışında kalmış onlarca ülkenin, toplumun aleyhine işleyen bir dünya düzeni yaratmıştır. Batılı toplumların bu ekonomik ve siyasal hırsları, açgözlülükleri gerek yerel düzeyde gerekse dünya ölçüsünde savaşlara (I. ve 2. Dünya Savaşları gibi), ırkçı politikalara sebep olmuştur. Tabii Yeniçağ içinde ve Batı uygarlığının yükseliş sürecinde kapitalizm de paralel bir gelişme göstermiş ve bu ekonomik sistem Batı ile âdeta özdeşleşmiştir. Dolayısıyla kapitalizm, doğal olarak emperyalist bir aşamayı da yarattığı için toplumlar ve devletlerarasında çok dengesiz ve adaletsiz bir ilişkiler ağı meydana getirmiştir. Sonuçta Batı uygarlığının bir ürünü olan bu müesses dünya nizamı sürekli kriz ve çatışma üretmektedir. Batı’nın bahsettiğimiz bu ikinci yüzü son dönemde tekrar güncel hâle gelmiş ve gelişmekte olan veya geri kalmış ülkelerde farklı acıların, dramların doğmasına yol açmıştır. Örneğin gerçeği olmayan bahanelerle gelişmekte olan ülkeler zaman zaman işgal edilmekte, hizaya sokulmakta veya bu ülkelerde çeşitli darbelerle siyasal sisteme müdahale edilmekte, sosyal ve siyasal kaos yaratılmaktadır. Ardından, gene Batılı egemenler hepten bozdukları bu toplumları tekrar düzene sokmak için kendi çıkarlarına uygun biçimdeki önerilerle onlara ayar vermeye çalışmaktadırlar. Bunlar amaçlarına ulaşmak için bazen mevcut terör örgütlerini kışkırtmakta, onları desteklemekte, bazen de bilerek ve bilinçli olarak yeni terör örgütleri oluşturmaktadırlar. Batı bu terör örgütleri vasıtası ile önce o ülkelerde iç karışıklıklar, savaşlar meydana getirerek ilgili ülkelerde zaaflar yaratmakta, akabinde taraflara silah satarak onları soymakta, ikinci aşamada ise, oraları yeniden imar edeceğim diyerek söz konusu ülkeleri tekrar soymaktadır. Bu olgular örneğin Afganistan’da, Irak’ta çok açık biçimde yaşanmış ve gözlenmiştir.
Batı’nın Doğu’dan Farkı
Yukarıdaki açıklamaların devamı olarak, günümüzde uluslararası alanda öne çıkan bazı önemli sorunların (dünyada ülkeler arasındaki gelişmişlik farklılığı, çok adaletsiz olan ve giderek de artan gelir dengesizliği, ekolojik sorunlar, uluslararası terör ve mülteci sorunları gibi) doğru teşhis edilip uygun çözüm yollarının belirlenmesi bakımından Batı uygarlığını Doğu’dan farklı kılan özelliklere değinmek gerekmektedir. Burada geniş bir Doğu-Batı karşılaştırmasına girmeyeceğiz. Başlangıçta da kısaca değindiğimiz gibi bu, çok geniş açıklamaları gerektiren ve oldukça teorik kavramlaştırmaları içeren problematik bir konudur. Kaldı ki, uygarlıklarla ilgili olarak “Doğu”, “Batı” tarzı bir niteleme ve böylesine bir kategorik ayrım yapma özellikle dünyanın bugün vardığı noktada pek gerçekçi olmayan ve çok izafiyet içeren bir konudur. Ancak bu durum “Batı” denilen kültür ve uygarlık çevresinin bazı temel niteliklerinin ele alınmasına da engel teşkil etmemektedir. Ama şunu da belirtelim ki Batı ve Doğu uygarlıklarının temel kodları arasında çok önemli farklar bulunmaktadır. Bu uygarlık kodlarının çoğu bugün de varlıklarını, geçerliklerini korumaktadır.
Yukarıda özetle belirttiğimiz evrensel sorunların güncellik kazanması ve bunlara ülkelerin yaklaşımı noktasında, Batılı toplumların sergiledikleri tutum Batı’nın yukarıda zikrettiğimiz olumsuz yüzünü çok net biçimde meydana çıkarmış oldu. Batı’nın başarısı yukarıda da belirtildiği gibi öncelikle teknoloji ve ekonomi ağırlıklıdır. Demokrasi, insan hak ve özgürlükleri, hukukun üstünlüğü gibi konulardaki yeni kavramlaştırmaları, ilkeleri, tezleri Batı uzun süre aynı önemde ve tüm insanlığı kapsayacak biçimde olmak üzere dünyaya sunmuş ve bunların savunmasını, reklamını yapmıştır. Bugün anlaşılmıştır ki Batı bu konular ve politikalarla ilgili çifte standart uygulamaktadır. Örneğin son yıllarda ortaya çıkan mülteci sorunu Batı’nın bu niteliğini çok net biçimde gözler önüne sermiştir. Batı uygarlığının gerek tarihsel gelişim sürecinde yaşananlar gerekse Batı’nın mültecilerle ilgili tutumu, bizim bu uygarlıkla ilgili somut sonuçlar çıkarmamızı ve yorumlar yapmamızı kolaylaştırmaktadır. Bütün uygarlıkların temel unsurlarından olan insan, toplum, yaşam, doğa ve din algısı, tasavvuru (özellikle Tanrı algısı) konularında Doğu uygarlıkları ile Batı uygarlığı arasında önemli farklılıklar hatta tezatlar bulunmaktadır. Bu bağlamda Doğu’da yaratılan uygarlıklar Batı’ya nazaran daha insani, özgeci ve toplumcudur. Batı ise daha bireyci, faydacı, maddi ve mekanik bir öze sahiptir. Özetle bu uygarlık çevrelerinin ahlak anlayışı arasında da önemli farklılıklar mevcuttur. Bu yaklaşım ve yorum farklılıkları hukuk normlarının oluşturulmasında, uygulanmasında ve sosyal politikalarda çok bariz biçimde gözlenmektedir. Son dönemde Türkiye’de yetişmiş en özgün bir filozof olan Cemil Meriç’e göre insanlığın kurtuluşu bu iki uygarlık çevresinden doğacak yeni bir uygarlık sentezine bağlıdır. Ancak teknolojik ve ekonomik üstünlük Batı’yı şımartmıştır. Batı bu senteze, işbirliğine yanaşmamaktadır. Avrupa fiziksel dünyaya karşı bilim ve teknoloji vasıtası ile sağladığı başarılara bağlı olarak, diğer kıta ve bölgelerdeki insanları, toplumları da yönetmek istemekte, dahası onları kendi çıkarları için kullanmakta, başka insanları birer nesne gibi görmektedir. Batılı teknolojik ve ekonomik başarılardan sonra kendisini dünyanın “efendisi” gibi görmeye başlamıştır; mağrurdur. Avrupalının diğer insanlara göre üstünlüğüne inanmıştır. Bu insan tipi, çevresindeki, doğadaki tüm varlıkları (diğer insanlar dâhil) sonuna kadar kullanmak, tüketmek ve azami fayda sağlamak istemektedir. Dolayısıyla Batılı insan tipinde “egosantrizm” ve “etnosantrizm” hâkimdir. Bu durum, vahşi bir kapitalizmin ve onun uzantısı olan sömürgeciliğin Batılı insana kazandırdığı en tehlikeli bir tutumdur. Günümüzün temel sosyal ve evrensel çelişkisi burada yatmaktadır.
Batı’nın Maskesi Düşmüştür
Evet, Batı’nın toplumsal, kültürel ve politik konularla ilgili getirdiği tez ve politikalar tüm dünya toplumlarını kapsayacak bir genişlikten, olgunluktan, içerikten yoksundur. Daha doğrusu görünürde bu dolgunluk, muhteva vardır. Fakat Batı bu kavram ve alanlarla ilgili tam anlamıyla ikiyüzlü davranmaktadır. Batı kendi geliştirdiği ve kendisine mal ettiği hümanizmaya, bayraktarlığını yaptığı vazgeçilmez ve hiçbir şekilde ve hiçbir nedenle çiğnenemez kabul edilen evrensel insan haklarına aykırı davranışlar sergilemektedir. Bugün Batı söz konusu ettiğimiz değerleri, kavram ve kurumları, Batı dışı toplumları hizaya getirmek, onları baskı altına almak ve sömürmek için bir kalkan olarak kullanmış ve hâlen kullanmaktadır. Aslında Batı kültürü “çok kültürlü” bir yaşama da tahammül edememektedir. Farklı kültürler onlar için sadece incelenecek antropolojik malzemeden ibarettir. Batı’da zamanla “insan hakları” Avrupalıların haklarına indirgenmiş durumdadır.
Batı uygarlığı özü itibariyle ekonomik nitelikli olduğundan, ekonomideki durgunluklardan, daralmalardan yani zaman zaman oluşan ekonomik krizlerden dolayı (bu arada kapitalizmin dönemsel krizlerini de unutmamak gerekir) bu grubu oluşturan toplumlar kendi yarattıkları insani ve ahlaki değerleri, kendileriyle çelişseler de, hemen terk etmektedirler. 20. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşen İletişim Devrimi Batı’nın yarattığı teknoloji, diyalektik işleyiş gereği, gene Batı’yı vurmaya başlamıştır. Çünkü bu devrim bugüne kadar sömürülen, insan haklarına sahip olduklarının farkına yeni varan ama bu hak ve özgürlükleri bir türlü kullanamayan insanların gözünü açmış ve kendi ülkelerinden de umudunu kesmiş olan bu yoksul kitleler tarihteki kavimler göçünü andırır biçimde Batı’ya akmaya başlamışlardır. Bu durum Batı’da büyük bir telaşa yol açmıştır. Hatta bir Macar politikacı son günlerde göçmen akını ile ilgili olarak “Hıristiyan uygarlığımızı korumak zorundayız” ifadesini kullanarak, sınırlarda uygulanan insanlık dışı önlemleri mazur göstermeye çalışmıştır.
Bu şartlar karşısında Batı’nın tarihinde zaten var olan totaliter, faşist, ırkçı, ötekileştirici politik uygulamalar gündeme getirilmiş ve birçok Avrupa ülkesinin sınırlarına duvarlar örülmüştür. Batı, Yeniçağ’da öncelikle kendisinin öncülüğünde, ama yerli ve yabancı milyonlarca emekçi kitlelerin, halkların üretmiş oldukları ekonomik değerleri başka ülke insanlarıyla paylaşmak istememektedir. Zaten bu uygarlık asla paylaşımcı değildir, yardımlaşmayı, başkalarının acılarına ortak olmayı bilmez. Avrupa’nın tarihinde bu tarz insani uygulamaların hiçbir örneği yoktur.
Batılı ülkelerin sosyal yapıları ve kültürel özellikleri çatışmacıdır. Yani Avrupa’da hep çatışmacı bir kültür olagelmiştir. Marx’ın ve diğer çatışma kuramcılarının Batılı düşünce sistemi içinden çıkmış olmaları tesadüf değildir. İnsanlığın gördüğü iki büyük dünya savaşının da bu kıtada yaşanmış olması gene asla rastlantı değildir. Avrupa (Alman) kültürünün yetiştirdiği en büyük filozoflardan olan Kant’ın “ebedi barış” hayali, sosyolojisinin temelinde “çatışma” olan bir kıtada hiçbir zaman gerçekleşemez. Bu yüzden zar zor oluşturulan AB bugün dağılma aşamasına gelmiştir. Zaten yukarıda bahsettiğimiz gibi Batı hümanizması da sadece kültürel ve düşünsel bir unsurdan ibarettir. Başta Kant olmak üzere 18. yüzyılın aydınlanmacı filozofları Avrupalıya aklını kullanmayı öğretmişlerdir, ama Batılı insan bu aklı dünya barışı için değil, sadece kendi refahı ve başka ülkeleri sömürmek için kullanmıştır.
Teknolojik ve ekonomik başarıların bir süre sonra, diyalektik mantık ve evrim gereği, Batı’nın gelişmesini durduran ve onu gerileten unsuru yaratacağını ifade etmek pek yanlış olmaz. Batı uygarlığının ürettiği teknolojinin belli bir aşamadan sonra Batı’da dolayısıyla dünyada ne tür felaketlere yol açacağı konusunda en radikal eleştirileri Alman düşünürü ve kültür tarihçisi Spengler daha 1930’lu yıllarda yapmıştır. Spengler, Batı’nın maddi alanda, teknolojide büyük bir ilerleme kaydettiğini ve maddi refahı sağladığını, ama bütünsel ve duygusal bir tatmini gerçekleştiremediğini, böylece yıkılışa giden ruhsal ve sosyal zeminin giderek oluşmaya başladığını belirtmektedir.
Teknoloji araçsal, idealsiz, ruhsuz bir unsurdur. Teknolojiyi insanileştirmek için insanı bir amaca, ideale ve mutluluğa yönelten hedeflerin belirlenmesi gerekir. Batı uygarlığı yeni kuşakların önüne böyle bir psikososyal ve insani amaçlar koyamamıştır. Kültür ve uygarlık bütünlüğü içinde bireyin kaybolmaması, yabancılaşmaması ve toplumda ileriye dönük yaratıcılığın devam etmesi için amaç-araç dengesinin iyi ayarlanması gerekir. Batı tipi bir modernleşmeyi eleştiren birçok düşünür gibi Spengler de bu noktaya dikkat çekmiştir. Einstein de Batı uygarlığı içindeki bu uyumsuzluğu, çelişkiyi şöyle ifade etmiştir: “Mükemmel araçlara karşılık belirsiz amaçlar.” Bugün Ortadoğu’da ortaya çıkan (ki aslında dolaylı olarak gene Batı’nın ürettiği) DEAŞ adlı terör örgütüne Batılı ülkelerden binlerce militanın gelip katılmaları ve kör bir savaşa sahip çıkmaları sonuçta binlerce, yüzbinlerce masum insanın ölümüne sebep olmaları ancak bu nedenlerle açıklanabilir.
20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden olan Russell, Batı uygarlığının önemli bir özelliği olarak onun kendisi ile ilgili “otokritik” yapabilmesini göstermektedir. Gene Russell’a göre bu özellik Batı uygarlığının sürekliliğini sağlayan çok önemli bir faktördür. Ne yazık ki Batı, bugün akademik ve entelektüel alanlardaki eleştirilere tahammül etmektedir de, ekonomik ve politik konulardaki eleştirileri kulak arkası etmektedir. Avrupa dâhil yeryüzünün belirli bölgelerinde âdeta refah adacıkları oluşmuş durumdadır. Bu, dengesiz ve adaletsiz durum nereye kadar devam edecektir? “Biri yer biri bakar kıyamet onda kopar, “Aç köpek fırın deler” misali bu gelir ve konfor farkını dünyanın egemenleri düşünmek ve gidermek için gerekli tedbirleri almak zorundadırlar. Aksi halde dünyada susuzluk ve açlık sorunları gibi çok ciddi evrensel sorunlara dayalı huzursuzluklar, dengesizlikler yeni dünya savaşlarının çıkmasına yol açacaktır. Batı uygarlığı hiç “verici” olmamış, hep “alıcı” olmuştur. Batı, dünya insanlarının birlikte ürettiği ekmeği, aşı üleşmeyi öğrenmek ve uygulamak zorundadır. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi artık her ülkedeki insanlar bu derin farklılıkların, eşitsizliklerin, bilincine varmışlardır. Anlaşılmaktadır ki Fransız ihtilalinin getirdiği örneğin “eşitlik, adalet ilkeleri” sadece Fransa’nın sınırları içinde kalmıştır.
Bu nedenlerle Batı sosyal, kültürel ve politik konularda oluşturduğu ilke ve kavramları, kurumları, değerleri sadece kendi yarattığı uygarlığı parlatmak, bu uygarlığın şiddet ve sömürme içeren çirkin yüzünü örtmekte bir cila gibi kullanmıştır. Ancak Batı’nın bütün cilaları bugün dökülmekte, ürkütücü yüzü çok açık biçimde ortaya çıkmaktadır. Şimdi maske düşmüş, kel görünmüştür. Dünyada huzurun asgari düzeyde sağlanması ve gene ülkeler arasında asgari düzeyde bir barış dengesinin oluşturulabilmesi için bu iki uygarlığı temsil eden ülkelerin işbirliği yapmaları şarttır. Saklanacak, gizli hiçbir şeyin kalmadığı bir çağda artık Batı’nın bu gerçeği kavraması gerekir.
Kaynaklar
– Ağaoğlu, Ahmet, Üç Medeniyet, İstanbul, 1969.
-Bolay, S. Hayri-Nabi Avcı, Düşünce ve Uygarlık Tarihi, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, 1989.
– Doğu Batı Dergisi, Sayı: 1-6, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 1997-1998.
-Huntington, P. Samuel, Medeniyet Çatışması mı? Medeniyetler Çatışması içinde, Derleyen Murat Yılmaz, Vadi Yayınları, Ankara, 1995.
-Meriç, Cemil, Sosyoloji Notları ve Konferansları, İletişim Yayınları, İstanbul, 1993.
-Meriç, Cemil, Umrandan Uygarlığa, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1977.
-Meriç, Cemil, Işık Doğudan Gelir, Pınar Yayınları, İstanbul, 1984.
-Polama, Margaret, M. Çağdaş Sosyoloji Kuramları, Çev. Hayriye Erbaş, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1993.
-Russell, Bertrand, Bilimden Beklediğimiz, Çev. Avni Yakalıoğlu, Varlık Yayınları, İstanbul, 1962.
-Siegfried, André, Batı Medeniyetinin Vasıfları ve Sınırları, Çev. Yaşar Nabi Nayır, Tercüme Dergisi, Cilt 7, İstanbul, 1947.
-Sorokin, Pitirim A. Çağdaş Sosyoloji Teorileri, Cilt I-II, Çev. M. Raşit Öymen, İstanbul, 1975.
-Spengler, Osvald, Batının Çöküşü, Çev. Giovanni Scognamillo, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1978.
-Spengler, Osvald, İnsan ve Teknik, Çev. Kâmil Turan, Ankara, 1973.
-Toynbee, Arnold, Tarih Bilinci, Cilt I-II, Bateş Yayınları, İstanbul, 1978.
-Toynbee, Arnold, Medeniyet Yargılanıyor, Çev. Ufuk Uyan, Yeryüzü Yayınları, İstanbul, 1980.
-Yıldırım, Recep, Uygarlık Tarihine Giriş, Meridyen Yayıncılık, İzmir, 2002.