Dünya Hızla Değişiyor
Dünyada yaklaşık son elli yıllık dönem içinde her alanda olmak üzere hızlı bir değişme gözlenmektedir. Neredeyse bütün teoriler, yerleşik geleneksel değerlerin çoğu hızlı bir biçimde önemlerini, sosyal hayattaki mevcut rollerini kaybetmekte, eskimekte ve bu unsurların yenileri oluşmakta, bunlar hemen günlük yaşama da katılmaktadırlar. Çoğu bireyler ve gruplar bu açıdan büyük uyumsuzluklar da yaşamaktadırlar. Böylesine hızlı bir değişim süreci ile insanlık daha önce hiç karşılaşmamıştı.
Uygarlık tarihinde ve evrensel düzeyde ilkçağlardan bu yana meydana gelen toplumsal değişme olgularında önemli aşamaları ifade eden ve devrim niteliğinde teknolojik-ekonomik buluşlar, adımlar vardır. Bunlar insanlık ve uygarlık tarihinin âdeta nirengi noktalarıdır.
Örneğin madenlerin bulunması ve kullanılır hâle getirilmesi, ateşin bulunması, hayvanların evcilleştirilmesi, toprağa yerleşme ve tahıl tarımının başlaması, yazının icat edilmesi gibi olgular bunlar arasında sayılabilir. Bu tür yenilikler, dönüm noktaları sadece teknolojik ve ekonomik alanda değil, sosyal, kültürel ve siyasal konularda da bir dizi yeni oluşumlara yeni kavram ve kurumlara, örgütlenmelere yol açmış, sonuçta sosyal yapılar köklü ve kapsamlı değişmelere uğramıştır. Günümüzde de bu tarz bir değişme-dönüşme aşaması söz konusudur.
Uygarlık tarihçileri, bazı çağ ve dönemlerde insanlığın nispeten daha sakin bir görünümde olduğunu, değişmenin çok gürültülü ve hızlı olmadığını, bazı dönemlerde ise farklı nedenlere bağlı olarak dönüşümün büyük bir altüst oluş şeklinde yaşandığını ve değişime bağlı çatışmaların, intibak sorunlarının dikkat çekici bir düzeyde bulunduğunu belirtmektedirler. Bu olay büyük ölçüde teknolojik buluş ve yeniliklerin nicelik ve niteliğine bağlı olarak “geçiş” aşamalarında kendini göstermektedir.
Günümüzdeki Değişmede Temel Faktörler
Şu anda dünya toplumları “sanayi toplumu”ndan “bilgi toplumu”na geçişin sancılarını yaşamaktadırlar. Bilindiği gibi son iki yüz elli yıllık dönem içinde dünyada iki büyük teknolojik (aynı zamanda ekonomik) devrim yaşanmıştır. Bunlardan birincisi 18. yüzyılın son çeyreğinde başlayan ve 19. yüzyılda gerçekleşen Sanayi Devrimi ve diğeri de 20. yüzyılın ikinci yarısında oluşan İletişim-Bilişim Devrimi’dir. Bazı yazarlara göre Sanayi Devrimi belirli aşamalar hâlinde teknolojik bir süreç biçiminde gerçekleşmiştir. Örneğin Freyer 1950’li yıllarda “Endüstri Çağı” adlı eserinde bu sürecin dokuma endüstrisi dalgası, demir ve çelik endüstrisi, ulaştırma çağı, kimya çağı, elektrik endüstrisi, benzin motoru çağı biçiminde olmak üzere 6 aşamasının bulunduğunu, son dönemde de bazı yazarlar bu devrimin 4 aşama hâlinde devam ettiğini belirtmişlerdir. Onlara göre 4. Sanayi Devrimi aşaması 1990’lardan sonra devreye girmiş olup dijital teknolojiyi ve uygulamaları içermektedir. Bize göre belirtilen bu iki yüz yılık süreçte meydana gelen küçük-büyük hemen hemen tüm değişmelerin ilk hareket ettirici etkeni bu iki devrimdir. Şu anda gözlenen gelişmelerin arkasındaki ana faktörü ayrıntılar içinde kaybetmemek gerekir. Yüzeyde bulunan, güncel siyasi ve kültürel rüzgârlara bağlı olarak dikkatimizi çeken olaylar derinlerdeki kapsamlı sosyolojik dinamikleri tespit etmemizi engellememelidir. Bu ana etken iyi değerlendirilmezse olayların analizi, yorumlanması sağlıklı bir şekilde yapılamaz.
Sanayi Devrimi önce Batı toplumlarını nasıl baştan aşağıya değiştirmişse, günümüzde de gene teknolojik ağırlıklı olmak üzere İletişim-Bilişim Devrimi tüm sosyal kurumlarda, değer ve normlarda, örgütlenmelerde, düşüncelerde, toplumların sosyal ve sınıfsal yapılarında birbirine bağlı bir dizi değişmeye sebep olmakta, aynı zamanda hem bireysel hem de toplumsal düzeyde uyum sorunları yaratmaktadır. Çünkü sosyal değişmede toplumda dönüşümü sağlayan başka faktörler de olmakla birlikte, temel faktörler teknolojik ve onu izleyen ekonomik gelişmelerdir. Zaten iletişim, etkileşimle birlikte ele alındığında başlı başına bir eğitimi, eğitilmeyi, bilgilenmeyi içerir. Dewey de eğitimi “bireyin çevresi ile bir etkileşim süreci” olarak tanımlamıştır. Tabii bütün toplumların, ülkelerin hep birlikte bilgi toplumuna geçtiklerini de söyleyemeyiz. Bu aşamaya adım atanlar olduğu gibi, daha tam olarak sanayi toplumu bile olamamış birçok ülke de bulunmaktadır. Ama dünya genel olarak bu geçişin sancılarını yaşıyor diyebiliriz.
Bu Devrimin Temel Özellikleri ve Yarattığı Sonuçlar Nelerdir?
Bu yeni devrim neler getirmiş ve ne gibi sonuçlara sebep olmuştur? Öncelikle vurgulamak gerekir ki, Sanayi Devrimi’nin çok önemli bir halkasını, aşamasını teşkil eden elektrik-elektronik sanayisi İletişim Devrimi’nin de teknolojik temelini oluşturur. Bilişim de iletişimin doğal bir ürünüdür, devamıdır. Peki, bu yeni devrimin özellikleri nelerdir ve ne gibi sonuçlar doğurmuştur? Bu unsurları birbirine bağlı olmaları bakımından ayırmadan birlikte ele alarak, önemli olanlarını maddeler hâlinde sıralamak istiyoruz.
1. İletişimin bireysel ve toplumsal yaşamda öne çıkması, her konu ve alandaki “bilgi” üretiminin, bilgilerin kazanılmasının, yayılmasının kolaylaşması, hızlanması ayrıca bu işlemlerin bağımsız, farklı özelliği olan bir iş, etkinlik hâline dönüşmesi ve bu durumun toplumsal açıdan diğer üretim alanlarının önüne geçmesi yeni bir toplum tipinin doğmasına yol açmıştır. Bu yeni toplum tipine “Bilgi Toplumu” denilmektedir. Çünkü burada artık bilgi somut, net bir ekonomik-ticari “fayda“ yaratan bir “meta” olarak algılanmakta ve böylece yeni bir ekonomik etkinlik aşaması söz konusu olmaktadır. Geçmiş ekonomik dönemlerde önemli ekonomik unsurlar, araçlar olarak (üretim araçları) toprak, hayvanlar, madenler, makineler vs. sayılıyordu, bunlara artık “bilgi” de eklenmiş oldu. Dolayısıyla bu yeni ekonomik faaliyetler ortamında artık bilgi bir ticari-ekonomik mal gibi işlem görmekte ve kabul edilmektedir. Hatta bilgi en önemli bir mal hâline dönüşmüştür.
2. Bu sitede daha önce yayımladığımız başka bir makalemizde bireyleri değiştiren iki önemli faktör var demiştik: Bilgi ve teknoloji. Bunlar aynı şekilde toplumları da öncelikle değiştiren etkenlerdir. İnsanların çoğu küçüklükten itibaren edinilen yerleşik, geleneksel davranış biçimleri ve bireysel, toplumsal kökenli alışkanlıkları içinde yaşarlar. Bu durum zamanla oldukça düzenli, statik bir hayat temposunun meydana gelmesine yol açar. Aslında bireyler bundan da memnundurlar. Dolayısıyla insan zihnine yeni bilgi ve düşünceler gelip yerleşmedikçe insan değişmemektedir. Konuyu “Sistem Yaklaşımı” çerçevesinde ele alırsak, “çıktı”ların değişmesi için (davranış ve tutumlar) “girdi”lerin değişmesi gerekmektedir. Bireyin zihnine gelen girdiler arttıkça, çeşitlendikçe çıktılar yani bireyin davranışları, düşünceleri de değişmektedir. Bir insanın zihni gelişmeye, öğrenmeye açıksa, normal bir psikolojik süreç işlerse doğal zihni aşamalar şöyle sıralanmaktadır: Yeni bilgiler yeni düşüncelere ve bunlar da yeni davranışlara, tepkilere dönüşmektedir. İletişim Devrimi işte bu noktada ve bu bakımdan önemlidir. Çünkü bu yeni teknolojik dalga ile bireylerin zihinlerine girdi sağlayan araçlar, mekanizmalar nicelikçe devrim boyutunda bir sıçrama ve artış sağlamıştır. Bu olguya “devrim” denmesinin sebebi de budur. Bugün yazılı, görsel medya ve internet yolu ile oluşan sanal medya sayesinde iletişim, bireyler, toplumlar arasında cereyan eden etkileşimdeki artış, yoğunluk yukarıda bahsettiğimiz girdileri sonsuz denecek kadar çoğaltmıştır. Hatta bu noktada yeni bir “bilgi teorisi” oluşturma gereğinden de bahsedebiliriz. Böyle bir olgu insanlık tarihinde ilk kez yaşanıyor. Dolayısıyla bilinen tüm paradigmaların değişmesi gündeme gelmiştir. Çünkü yeni oluşan sosyal ve siyasal durumları eski paradigmalar açıklamakta yetersiz kalmaktadır.
3. Bu durum eskiye ait ne varsa bunların yeniden ele alınmasını, eleştirilmesini gündeme getirmektedir. Hatta bu iletişim ve internet ortamı o kadar ileriye gitmiş ve yeni imkânlar yaratmıştır ki çeşitli alanlardaki bilgiler üzerine ahlak ve din gibi kültürel öğelerin, geleneklerin, hukuk ve siyasal sistemlerin değişik gerekçelerle koyduğu bütün gizlilikler, sansürler ortadan kalkmış, önemli önemsiz her bilgi, sır ortaya dökülebilmiştir. İnsanoğlunun geleneksel olarak “ayıp”, “yasak”, ”devlet sırrı”, “mahrem” gibi kavramlarla ambalajladığı tüm olaylar, eylemler, etkinlikler üzerindeki örtüler kalkmıştır, insanların, milletlerin bütün kirli çamaşırları etrafa saçılmıştır. Bireyleri hedef alan bu bilgi bombardımanı psikolojik sorunlar da yaratmakta ve bu durum kişilerde hem zihinsel hem de duygusal açılardan kaotik bir ortamın doğmasına da yol açmaktadır.
Durkheim 20. yüzyılın başlarında, Sanayi Devrimi’nin psikososyal bir sorunu, türevi olarak oluşan ve eski düzenin, normatif yapının çözülmesini, yeni normların da henüz tam oturmadığı bir sosyal ortamı ve meydana gelen bu toplumsal kaosu “anomi” kavramı ile ifade etmiştir. Evet, insanlık yaşadığı bu yeni devrime bağlı olarak ikinci bir “anomi” yaşamaktadır. Aslında kültür ve uygarlık tarihine bakıldığı zaman, her “geçiş aşaması”nda ortaya çıkan çelişkilerin, çatışmaların şiddeti oranında bir anomi hâlinin yaşandığı görülmektedir. Bu ortamda en önemli sorunlardan biri de çoğu kişi ve kurumların değişmeler karşısında ikircikli bir tutum içine girmeleri dolayısıyla kimin değişmeden yana, kimin ise eski değer ve kurumlardan yana olduğunun net olarak belirlenememesidir.
4. İletişim Devrimi “küreselleşme” olarak tanımlanan yeni bir olgunun meydana gelmesine de yol açmıştır. Küreselleşme, artık dünyanın küçüldüğünü (izafi olarak), uzak yakın farkının kalmadığını, herkesin, her toplumun, örgütün birbiri ile bağlantılı ve her şeyden haberdar olduğunu, dünyanın her anlamda bütünleştiğini anlatmaktadır. Burada toplumlar deyim yerindeyse müteselsil bir bütünleşme içinde bulunmaktadırlar. Ülkelerin ekonomileri iç içe geçmiştir. Siyasal alanda da yoğun işbirliği ve ortaklıklar yapılmaktadır. Örneğin bir ülkedeki seçimlerle ve iktidara kimin geleceği konusuyla diğer bütün ülkeler ilgilenmeye başlamışlardır. Çünkü herhangi bir ülkedeki iktidar tüm devletleri hem ekonomik hem de siyasal açılardan doğrudan ilgilendirmektedir.
Küreselleşmenin teknolojik, ekonomik, ideolojik ve siyasal boyutları bulunmaktadır. Bu olgu yeryüzünde küresel ölçekte ekonomik, sosyal ve kültürel bir hareketliliğe sebep olmuştur. Zamanla küreselleşme daha çok gelişmekte olan ülkeleri avantajı hâle getirmiştir. Fakat öte yandan dünyadaki gelir dağılımını daha da bozmuş, zenginlerin (kişiler ve şirketler bazında) daha çok zenginleşmelerini sağlamıştır. Örneğin 2016 yılı itibariyle, dünyada en zengin 8 kişinin servetinin dünya nüfusunun yarısının (3,5 milyar nüfus) gelirine eşi olduğu ifade edilmektedir. Bu bakımlardan tam anlamıyla sanayileşmiş, kalkınmış ülkeler küreselleşmenin teknolojik ve ekonomik yönüne değil, ama kültürel ve siyasal yönüne karşı çıkmaya başlamışlardır. Çünkü iletişim olgusuyla birlikte küreselleşme, geri kalmış ve gelişmekte olan ülke insanlarının “gözünü açmış”, dünyanın dengesiz, adaletsiz düzeninin sorgulanmasını gündeme getirmiş, ekonomik açıdan âdeta “refah adaları” durumunda görünen dünyanın gelişmiş ülkelerine doğru bir göç ve mülteci akımına sebep olmuştur. Gerçekte, insanlığın hayrına olan küreselleşmeyi, gelişmemiş, zayıf durumda olan ülkeleri sömürmeye alışmış ve onları her yönden istismar eden sanayileşmiş ülkeler, bu olguyu sadece kendi çıkarlarına kullanmak istemişlerdir. Günümüz dünyasında gelir dağılımının gittikçe bozulmasının, etnik ve siyasal çatışmaların artmasının önemli sebeplerinden biri de eski sömürgecilerin bahsettiğimiz anlayışlarını sürdürmek istemeleridir.
5. Sosyal değerlerde, düşünsel ve kültürel konularda iletişimin kolaylaşması, yaygınlaşması çoğulculuğu, çeşitliliği, çok renkliliği eskiyle kıyaslanamayacak oranla artırmıştır. Bu durum modernizmin ürettiği keskin, köşeli, katı ideolojik kalıpları, determinist anlayışları çok gevşetmiş, zihniyet ve değerler bakımından postmodern bir bakış açısı ve kapsamlı bir izafiyet ortaya çıkmıştır. Bahsettiğimiz bu esnekliğin, çeşitliliğin ve hareketliliğin hızlanmasında küreselleşme olgusu da etkili bir rol oynamıştır. Tüm bu sosyal süreçlere bağlı olarak belirsizlikler, karmaşıklıklar ve muğlaklıklar dolayısıyla kaotik bir ortam meydana gelmiştir.
6. İletişim Devrimi’nin en önemli sonuçlarından biri de, bilgilenmeyi ve bilinçlenmeyi artırdığı, kolaylaştırdığı, bireyler ve toplumlar arasındaki çelişkileri daha görünür kıldığı için bütün toplumlarda elitlerin, bürokratların devlet yönetimindeki etkilerinin, baskın rollerinin azalmasına yol açmış olmasıdır. Siyasetin tarihsel gelişim sürecinde “kurumlarım kurumu” olarak devlet, kurumsal yapısı bakımından büyüdükçe, kapsamı genişledikçe ve karmaşıklaştıkça doğal olarak devlet bürokrasisi de o oranda büyümüş ve nicelikçe gücü, fonksiyonu artan ayrı bir yönetim tabakası hâline gelmiştir. Weber’in idealize ettiği ve modern devletin işleyiş mekanizması bakımından çok önemsediği “bürokrasi” zamanla modern sanayi toplumlarında iktidarını pekiştirmiş ve giderek tutucu bir özellik kazanmıştır. Siyasal süreç içinde gittikçe hantallaşan, devlet idaresinde aşırı kırtasiyeciliği kaçınılmaz bir idari aşama hâline getiren bu bürokratik yapı oligarşik bir nitelik kazanarak, geniş kitlelerin siyasette çok etkili olmaya başlamasını hoşgörü ile karşılamamıştır. Devletle âdeta özdeşleşen bu yönetim kadrolarının en büyük destekçileri ve yardımcıları da seçkinler olmuştur. İşte İletişim Devrimi bu bürokratik ve seçkinci devlet yapılanmasını çok sarsmıştır. Yönetim tarzında ve devlet kadrolarında “seçkinler” olarak nitelendirilenlerin dışındaki kesimlerden yani geniş halk kitlelerinden gelen kimselerin yönetim zincirindeki ağırlıkları hayli artmıştır. Adı sanı bilinmeyen, gariban sayılan birçok kimse demokratik haklarını kullanarak devletin tepe noktalarına tırmanmayı başarabilmiştir.
Siyaset sosyolojisindeki bir değerlendirmeye göre ifade edilen “çevre”, “merkez” ilişkisi ve analizi bakımından çevrede bulunan yoksul ve orta halli kesimlerin merkeze doğru bir sosyal hareketliliği gözlenmiştir. Bu sosyal ve siyasal hareketlilik özellikle demokratik ülkelerde öngörülemeyen, umulmayan siyasal sonuçlar yaratmaktadır. Bütün engellemelere rağmen parlamentolara “çevre” kökenli gruplardan daha çok temsilci katılabilmektedir. Yani yönetimde katılımcılık, çoğulculuk pozitif yönde gelişmektedir. Bu bakımlardan politikada popülist yaklaşım ve uygulamalar öne çıkmaktadır. Dolayısıyla Türkiye dâhil birçok ülkede seçimlerde sandıklardan çıkan oylar geleneksel düzen koruyucularını, değişimden hoşlanmayan, devlet nimetlerinden yararlanmaya alışmış kadroları çok rahatsız etmiş ve şaşırtmıştır.
7. İletişim Devrimi ile birlikte sanayi toplumlarında kapitalist bir sosyoekonomik düzenin, sistemin yarattığı klasik sınıfsal yapı ve ardından sosyal sınıfların kompozisyonu değişmiştir. Yani sınıfları oluşturan toplum kesimleri, meslek gurupları farklılaşmıştır. Artık “beyaz yakalılar” çoğunluğu oluşturmaktadır. Kas gücü ile çalışanların oranı giderek azalmaktadır. Hizmet sektöründe çalışanların sayısı çok artmıştır. Bilgi toplumunun nitelik bakımından sınıfsal şeması sanayi toplumundan oldukça farklıdır. Onun için bugün sosyal sınıflar örneğin “işçiler”, “köylüler”, “burjuvalar” gibi ayrılmıyor. Sosyal sınıfları belirtmek için ekonomik açıdan daha genel bir niteleme yapılmakta, örneğin “alt sınıf”, “orta sınıf”, “üst sınıf” gibi ifadeler kullanılmaktadır. Çünkü artık ekonomik ve hukuki açıdan işçi statüsünde olup da büyük paralar kazanan çok kimse vardır.
Yeni zenginler türemiş, sermaye yer değiştirmiştir. Bilgi toplumu düzeyine erişmiş toplumlarda en çok para kazananlar büyük toprak sahiplerinden, fabrikatörlerden ziyade “bilgi” üreten kişi ve firmalar, iletişimcilerdir. Başka ifade ile artık dünyanın en zenginleri toprağı büyük olanlar veya fabrikatörler değil, iletişim-bilişim sektöründe çalışanlar, bilgisayar programı, bilişim araç ve tekniklerini üretenlerdir. Ayrıca iletişim ve bilişim süreçlerine bağlı olarak medya yolu ile (sanal ve sosyal medya dâhil) âdeta yeni ünlüler sınıfı yaratılmıştır ve bunlar yeni zenginleri oluşturmaktadırlar. Bugün büyük tüccarlar, sanayiciler kadar, bazen de onlardan fazla gelir elde eden ünlü futbolcular, şarkıcılar, sahne sanatçıları vardır. Bir defa yepyeni bir ekonomik sektör olarak iletişim-medya sektörü meydana gelmiş ve bu sektör (gazeteler, dergiler, TV, internet vs. unsurları ile birlikte) pratikte diğer sektörlerin önüne geçmiş durumdadır.
Değişen bu sınıfsal yapı doğal sosyolojik oluşuma bağlı olarak siyaset kurumuna da yansımakta ve onu, etkilemektedir. Önceki maddede bir ölçüde belirtildiği gibi politika ile sadece teorik açıdan ilgilenen çoğu siyaset bilimci, teorisyen bu politik değişimi fark edememekte, yanlış bir algı geliştirmekte ve bunlar eski siyasal analizlerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla bu kesimin seçimlere, siyasal olaylara ilişkin yorum ve tahminleri hep yanlış çıkmakta ve gerçek sınıfsal, sosyopolitik tabloyu yansıtmamakta, bunlar sürekli yanılmakta, hayal kırıklığına uğramaktadırlar. Türkiye’de de bu manzaralar, yanılmalar aynı şekilde gözlenmekte ve yaşanmaktadır.
8. İletişim-bilişim olgusunun kültürel boyutuna gelince; bu olgunun öncelikle pozitif yanını belirtmek gerekir. Söz konusu ettiğimiz devrim, yeryüzünde daha önceki dönemlerde bu ölçüde yaşanmayan bir kültür ve uygarlık etkileşimine, harmanlamasına yol açmıştır. Kültürel süreçlerin tümünde (kültürleme, kültürleşme, kültürlenme, kültürel yayılma vb.) çok yoğun ve hızlı bir değişim yaşanmıştır. Bu radikal teknolojik olgu, çağlar boyunca insanoğlunun ürettiği kültür ve uygarlık birikiminin çoğu unsurunu avuç içine sığdırılabilecek küçücük bir aygıta yerleştirmiş ve o kişi istediği an bu bilgi ve düşünce havuzundan yararlanabilme imkânına kavuşmuştur. Bu, insanoğlunun yakaladığı en büyük devrimdir. İletişimin bu boyutu doğal olarak hem ayrı ayrı ülkeler hem de insanlık bakımından çok olumlu ve faydalıdır. Bu durum toplumsal, kültürel konularda örneğin edebiyatta, bütün güzel sanat alanlarında, demokrasinin yayılıp kökleşmesinde, sporda vs. konularda yeni kavramların, düşüncelerin yöntem ve tekniklerin oluşmasında etkili olmuş ve sonuçta çağdaş ortak bir uygarlığın ilerlemesine büyük katkı sağlamıştır.
9. Ancak her şeyde bir nimet-külfet birlikteliği olduğu gibi burada da kültürel konularda yukarıda bahsettiğimiz olumlu gelişmelerin yanında bir de olumsuz sonuçlar ortaya çıkmıştır. Özetle açıklamaya çalıştığımız kültürel, sosyal etkileşim ve harmanlama bazı olumsuz sonuçlar da yaratmıştır. Bu ölçüde yaşanan yoğun etkileşimden (ki buna ulaşım kolaylıklarının, ekonomik gelişmelerin artırdığı turistik etkinlikleri yani seyahatlerin, göçlerin, mülteci akınlarının etkilerini de eklemek lazım) çağdaş milletler ürkmüş olacaklar ki tekrar içe dönük politikalar, sınırların kapatılması, yeni ırkçı söylem ve uygulamalar oluşmaya başlamıştır. Bu durum yerel ölçekte bir yığın çatışmaları da tetiklemiştir. Hatta bu bağlamda öncelikle gelişmiş ülkelerde muhafazakâr anlayışlar, ötekileştirme uygulamaları, içe kapanma politikaları tekrar canlanmıştır. Böylece geleneksel muhafazakâr ve tutucu siyasal partiler diğerlerine göre daha çok oy almaya başlamışlardır.
Aslında her dönemin yarattığı bir popüler kültür vardır. İletişim Devrimi ile birlikte oluşan popüler kültür ise doğrudan doğruya bir “medya külürü”dür. Bu kültürün en önemli özelliği esas olarak görselliği öne çıkarması ve âdeta çerez niteliğinde, günlük yaşam içinde abur cubur gıdalar gibi tüketilen, daha çok sloganlardan oluşan ve düşünsel derinlikten yoksun olan bir kültür olmasıdır. Kişiler, guruplar arası bu iletişim kültürünün yazılı kültür boyutu oldukça zayıftır. Bu durum da düşünmeyi daha doğrusu tefekkürü yok etmektedir. Ayrıca bu kültürün “sosyal medya” diye anılan türü ise hem ulusal hem de evrensel düzeyde bir dedikodu tarzına dönüşmüştür. Bu ortamda insanlar birbirlerine laf yetiştirmekten, mesaj atmaktan düşünmeye, araştırmaya vakit bulamamaktadırlar. Bu durumun elbette bireylerin sosyalleşmelerinde, insanı ve toplumu, dünyayı tanımada bu konularla ilgili belirli bilgileri kazanmada pozitif bir rolü ve faydası vardır. Ancak bu yeni kültürel süreç yukarıda bahsettiğimiz mahzurları da içermektedir.
10. Bütün bilimsel ve teknolojik devrimlerin siyasal sonuçları da olur. Söz konusu olan devrimi, yeniliği veya icadı yapan kimseler, toplumlar nispi bir üstünlük, avantaj ve güç kazanırlar. Bu üstünlük öncelikle de ekonomik alanda kendini gösterir. Çünkü yeni teknoloji önce ekonomide kullanılır ve bu yeni araçlar hemen bir üretim artışına sebep olur, ayrıca hizmet sektörlerinde kaliteyi artırır, hayatı kolaylaştırır. Örneğin, elektriğin, trenin, otomobilin, uçağın bulunması önce o icatların yapıldığı ülkelerin işine yaramış, onları zenginleştirmiştir. Sanayi Devrimi de önce Batılı ülkelerin ekonomik gücünü artırmış ve dolayısıyla o ülkelere kültürel, siyasal, askeri üstünlük sağlamıştır. Bu üstünlük de 18. yüzyıldan itibaren Avrupa’da sömürgeciliğin doğmasına sebep olmuş ve bugün dünya ülkeleri düzeyinde en önemli bir sorun hâline gelen gelir adaletsizliğini (tabii ekonomik sömürgeciliği siyasal ve kültürel sömürgecilik izlemiştir) yaratmıştır.
Aynı süreç İletişim-Bilişim Devrimi için de söz konusu olmuştur. Özü itibariyle bilim, bilgi, teknoloji ideolojik ve sübjektif değil, rasyonel, evrensel, objektif özellikler içerir. Ancak bunlar kullanana ve kullanılan amaca göre bu nitelikleri kazanırlar. Dolayısıyla bugün de iletişim ve bilgi devrimini gerçekleştiren ülkeler bu devrimlerin nimetlerinden en çok yararlanan ülkelerdir. İletişim Devrimi’nin bir özelliği olarak, bu ülkeler bilginin yayılmasını, geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerce de kullanılmasını önleyemedikleri ve dünyadaki gelir dengesizliği, sömürü artık gizlenemediği için gelişmemiş ülke insanlarının gözü de açılmış durumdadır. İşte yukarıdaki maddelerde de genel olarak değinildiği gibi, sanayileşmiş, kalkınmış ve belirli bir refah düzeyine erişmiş ülkeler bu refahı daha geride olan ülkelerle paylaşmak istememektedirler. Dünyada “açlar” la “toklar” iki uç nokta olarak çok net hâle gelmiştir. Bu durum dünyada yeni siyasal gerginliklere ve çatışmalara yol açmaktadır. Bu gelişmelerin sonucu olarak postmodern bir anlayış çerçevesinde bir dönem gözden düşer gibi olan “ulus devlet” ve “ulusal çıkarlar” gene öne çıkmış, korumacı ekonomik politikalar, fakir toplumlardan zenginlere doğru olan mülteci akınlarına karşı sert tedbirlerin alınmaya başlanmasına sebep olmuştur.
11. İletişim Devrimi, demokrasiyi dolayısıyla bireyleşmeyi, bireysel hak ve özgürlükleri geliştirip derinleştirdiği ve tüm ülkelerdeki bireyleri bu evrensel insanlık haklarından haberdar ettiği için dünyada her türlü kimlik bilincinin uyanmasına ve bu sorunlarla ilgili tartışmaların, çatışmaların alevlenmesine yol açmıştır. Bu bağlamda 1990’lı yıllarda Huntington’ ın yazdığı ünlü “Medeniyetler Çatışması” başlıklı makale yayımlandıktan sonra çok eleştirilmiş, birçok sosyal bilimci ve yazar bu tezin doğru olmadığını savunmuşlardır. Bu makaleden hareketle medeniyetlerin özelliklerine, analizlerine, karşılaştırılmasına girmeyeceğiz. Ancak şu kadarını söyleyelim ki Huntington’ın kültür ve kimlik konularıyla ilgili açıklamaları büyük ölçüde gerçeklere uygun düşmektedir. Hatta bu tezde ileri sürülen bazı çatışmalar günümüzde görülmeye de başlamıştır. 1990 sonrası Balkanlar’da, bugün de Ortadoğu’da gerçekleştirilen etnik ve dinsel kökenli katliamlar bu olguya en somut örnekleri teşkil etmektedir.
Huntington’a göre medeniyetler arasında en önemli farklılıklar değerlerle ilgili farklılıklardır. Bu farklılıklar yüzyılların ürünüdür ve bunların ortadan kalkması veya kısa sürede değişikliğe uğraması mümkün değildir. İletişim Devrimi, dünyayı giderek daha küçük bir yer haline getirdiğinden ve insanlar, kültürler arasındaki etkileşimleri gittikçe artırdığından, ayrıca medeniyetlerin ortak yanlarını meydana çıkardığından, kültür ve medeniyetler arasındaki ayrılıkların fark edilmesini güçlendirmektedir. Bu etkileşim mekanizmaları farklılıkları azaltmıyor, tarihin getirdiği husumetleri, ulusların bilinçaltlarındaki öfkeleri güncelleştirip sosyal çelişki ve çatışmaları körüklüyor, artırıyor. Örneğin etnik, dinsel vb. kimlik çatışmaları bu şekilde ortaya çıkmaktadır. Görünen o ki yerel, bölgesel olmak üzere dünyada bu tür sorunlar ve çatışmalar giderek artmaktadır. Bunlar ekonomik, sınıfsal rekabet ve çatışmaları ortadan kaldırmıyor, ancak kültürel çatışmalar zaman zaman sınıfsal çatışmaların önüne geçiyor. Sosyal, kültürel, etnik kimlikler iletişim-etkileşim sürecinde bir bakıma birbirleriyle yoğun ilişkiler içine giriyor ve birbirlerini etkiliyorlar. Fakat hiçbir gurup, kesim kendi tarihsel ve kültürel kimliğinden taviz vermek de istemiyor. İşte bu durum Huntington’ın “medeniyetler çatışması” dediği problemi ve evrensel olguyu yaratmaktadır.
Gerçekten, iletişimin hem bireyler hem de uluslararasında kolaylaşması, yoğunlaşması insanların, toplumların birbirlerini daha iyi tanımalarını sağlamıştır. Herkesin ve her devletin sırları, gizlenen bencil özellikleri iyice gün yüzüne çıkmıştır. Günümüzde dünya ekonomik, sınıfsal, siyasal çıkar çatışmalarının yanında tekrar kültür ve kimlik çatışmalarına da sahne olmaktadır. Örneğin Rönesans döneminde Avrupa’da Erasmus, Montaigne ve Petrarca gibi düşünürlerin, sanatçıların filizlendirdiği “hümanizm”in bugün yerinde yeller esiyor. Fransız ihtilalinin en önemli ilkelerinden olan “insanların kardeşliği” ilkesi çöpe atılmıştır. Gene Rusya dâhil tüm Avrupa ülkelerinde gür bir sesle söylenen “enternasyonal marşı” ve sosyalizm şarkıları hoş bir seda olarak kalmıştır. Artık eski dönemin solcuları bugünün keskin ulusalcıları olmuşlardır. Rusya’da zaten iğreti duran sosyalizm-komünizm örtüsü 1989’dan sonra kaldırılıverince kadim Rus muhafazakârlığı, milliyetçiliği bütün çıplaklığıyla görünüvermiştir. Bugün Avrupa’da tekrar Faşizmi ve Nazizmi hatırlatan politikalar, uygulamalar gündeme gelmeye başlamıştır.
Kaynaklar
– Bilton, Tony vd. Sosyoloji, Çeviren Kemal İnal vd. Siyasal Kitabevi, Ankara, 2003.
– B. Clough, Shepard, Uygarlık Tarihi, Çeviren Nihal Önol, Varlık Yayınları, İstanbul, 1965.
– Bottomore, T.B. Seçkinler ve Toplum, Çeviren Erol Mutlu, Gündoğan Yayınları, İstanbul, 1992.
– Durkheim, Emile, De la Division du Travail Social, Presses Universitaires de France, Paris, 1975.
– Duverger, Maurice, Batı’nın İki Yüzü, Çeviren Cem Eroğlu-Fazıl Sağlam, Doğan Yayınevi, Ankara, 1977.
– Freyer, Hans, Endüstri Çağı, İst. Üniv. Ed. Fak. Yayınları, İstanbul, 1954.
– Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1961.
– Huntington, P. Samuel, Medeniyetler Çatışması, Çeviren Mustafa Çalık, Vadi yayınları, Ankara, 1995.
– Karpat, Kemal, Elitler ve Din, Timaş Yayınları, İstanbul, 2008.
– Köhnen, Gerhard, Dünya Ekonomi Tarihi, Çeviren Tunay Akoğlu, Varlık Yayınları, İstanbul, 1965.
– Touraine. Alain, Modernliğin Eleştirisi, Çeviren Hülya Tufan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1992.
– Toffler, Alvin, Üçüncü Dalga, Çeviren Ali Seden, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1981.
– Yaka, Aydın, Sosyal Değişme, Gündoğan Yayınları, İstanbul, 2011.